BELGİN AKA’NIN DÜNYASI
İnsanın kendini keşfetme yolculuğu, onu kendisiyle tanıştıran, yaşamın en değerli anları ona yaşatan bir serüven. İnsan, ‘ben kimim’ sorusuyla başlayan ve bu sorunun etrafında dolaşarak, ona bir cevap arayan bir yaşam kurar. Ailesi, dostları, arkadaşlıkları, biriktirdikleri, özlem duydukları, uğraşları ona ayna olur ve kurduğu bu dünya, yaşam boyunca giderek kendini daha net göreceği bir aynaya dönüşür.
Sanat, insanın kendini tanıma sürecinde en büyük katkıyı sağlayan sihirli alan. Sanatın hangi dalı olursa olun yaratıcı ruhun tüm duyargaları, harekete geçerek insanı kendi benliğine kavuşturan bir işlev yükleniyor.
Belgin Aka’nın resim serüveni de bu şekilde ilerliyor. Tabula Rasa tuvaller üzerinde tutkular, anlık heyecanlar, bağlı olduğu kadim Kafkasya kültürünün benliğine kazınmış parçaları vücut bularak duyguları görünür hale getiriyor.
Ağırlıklı olarak düz zeminler üzerinde beliren coşkuyu, heyecanı içinde taşıyan insan ve at figürleri, duymadığımız ancak duyumsadığımız fondaki kadim bir müziğe eşlik edercesine kompozisyonda dans ediyorlar. Bu dans görünürde Kafkas folkloruna atıf yapıyor gibi görünse de, bu sanatçının coşkun iç dünyasının yansımalarından başka bir şey değil.
Sanatçı eserlerinde tuvalin sınırlanmış alanından çıkarak farklı malzemeler ile etki alanını genişletiyor ve iç sözünü daha gür ve heyecanla dışarıya, izleyiciye iletiyor.
Kompozisyonda yer alan figürlerin yarattığı etki sadece bir dans ritminin yansıması olmaktan öte, her bir formun bedenini kaplayan enerji, heyecan dolu ekspresyon fırça tuşları, sanatçının ruhunun yansımaları olarak tuvalde plastik bir dile dönüşüyor.
Belgin Aka’nın resimleri üzerine genel bir saptama yapmaya çalışırsak, sanat üretiminde ona itici güç sağlayan, onu kendi iç dünyası ile buluşturan alanın Kafkas folkloruve onun kadim, mitolojisi olduğunu söyleyebiliriz.
Ahmet Özel